“1949’da, on altı yaşımdayken, Thomas Wolfe’u keşfettim. O, 1938’de otuz sekiz yaşında hayata veda etmişti ve benim dışımda pek çok genci de edebiyatın sadık birer takipçisi hâline getirmişti. Wolfe’un dünyasında her şey kahramanca büyütülmüş, ölçüsüzdü. Kahramanlarının yalnızlığı, benmerkezciliği ve taşkın bilinci, sonsuz bir şekilde sürdürülen ağıt niteliğindeki lirik üsluba dönüşüyordu; bu üslup, epik bir varoluşa –epik bir Amerikan varoluşuna– duyulan ham bir özlemle besleniyo ...